sohbetreklam

Gönderen Konu: Allah (cc) Varlığına dair  (Okunma sayısı 1410 defa)

Çevrimdışı RotaSız

  • Yönetici
  • Kıdemli Üye
  • *****
  • İleti: 428
  • Karma +1/-0
    • Profili Görüntüle
Allah (cc) Varlığına dair
« : 02 Ağustos 2019, 20:08:21 »
Allah = tek ve bir olan İlah

lginçtir ki dindar olsun, ateist olsun veya başka bir görüşte olsun, bütün insanların ortak bir özelliği vardır: Hepsi mutlaka bir şeylere inanır! Nereden geliyoruz. Nereye gidiyoruz veya herşey nasıl başladı. Hiç bir şeye inanmamak insanoğlunun fıtratına aykırıdır. Onun için mutlaka bir şeylere inanmamız lazım.

Etrafımızdakinlerin hiç birinin bir kuvvet, bir güc veya bir başlatıcı unsurun olmaksızın yaratıldığına inanmamız mümkün değildir. İlk etapta bu başlatıcı unsura kuvvet, güç, kudret, ruh, Allah veya tesadüf adını versek de, o başlatıcı unsurun tek veya bir kaç unsurdan oluştuğuna inansakta, hiç önemli değil. Önemli olan şu husustur ki, bütün bildiklerimizin ve daha bilmediklerimizin bir başlatıcı tarafından başlatıldığıdır. İnsanoğlunun varlığı veya daha doğrusu bütün insanların akılların varlığı aslında bu başlatıcının var olduğuna delalet eder! Dolayısı ile bütün insanlar o başlatıcının ismi hususunda anlaşsa, o XY isimdeki başlatıcının varlığı ihtilafsız bir şekilde, mantıklı ve kati olarak kabul edilmiş olur.

Ama isim problemi meselenin özündeki yatan asıl problem değildir. Cünkü birilerin ona “God”, diğerlerinin “Allah” ve yine başkalarının ona “Tesadüf” adını vermesi aslında problem olmamalıdır. Asıl problem o başlatıcının şahsı, sıfatı ve özellikleri hakkında konuşmaya başlayınca ortaya çıkıyor. İşte bu noktadan itibaren insanlar farklı anlayış ve inançlar ortaya koyuyor ve şu ilginç ana sorular gündeme geliyor:

Bu başlatıcı tek bir unsurmudur, yoksa bir kaç unsurdanmı oluşmaktadır?
Bu başlatıcı unsurun bilgisi, aklı, bir planı veya niyeti var mıdır?
Bu başlatıcı unsurun kuvveti, kudreti veya iradesi varmıdır?
Bu başlatıcı unsur dirimidir, dünyada (genel anlamda evrende) etken oluyormudur?

Bu soruları her kim kendi için nasıl cevaplandırıyorsa da, dünya tarihi göstermiştir ki, bütün insanlar bir ortak fikire varamıyacaklardır. Bu demektir ki o zaman hiç kimse tek başına bu meseleleri yalnız aklıyla cözemez. Evrene ve yaratılmışlara bakarak ancak bazı hususları, yani bu başlatıcı unsurun bazı sıfatlarını, idrak edebiliriz. Mesela yaratılmış değişik sistemlerin kendi bünyelerine bir baktığımızda o sistemin son derece ahenk içinde olduğunu müşahade ederiz. Aynı zamanda bu değişik sistemler kendi aralarında da bir muntazamlık teşkil ederler. Örneğin: Dünya gezegenin içindeki tabiatın işleyişi açısından ve aynı zamanda dünya gezegenin başka gezegenlerle göstermiş olduğu nizam açısından tam bir ahenklik söz konusudur. Milyonlarca, belkide milyarlarca degişik faktörler birbirine bağlı olmalarına rağmen muntazam bir şekilde çalışmaktadır. Demek ki bu başlatıcının bilgisi, aklı, kuvveti, kudreti ve dolayısı ile iradesi vardır. Hal bu iken bu başlatıcıya isim olarak “Tesadüf” dememiz, bırakın haksızlığı, tamamen yanlış olmuş olur, çünkü “Tesadüf” diye adlandırdığımız her nesne tam bu zikretmiş olduğumuz sıfatlara sahip değildir. Yani tesadüf aslında iradesizliği adlandırır, iradenin tam zıttıdır, ve mantıken kuvvetsizliği, kudretsizliği ve akılsızlığı beraberinde getirir. Kısaca hiç bir karektere sahip olmayan bir nesneyi çağrıştırır.

Peki bu “Baslatıcı İrade” bütün evreni tek başınamı, yoksa bir kaç “Başlatıcı İrade” ilemi yarattığı sorusuna, akıl, mantık ve evreni müşahede ile araştırabiliriz. Mantıken şu üç imkan akla gelir:

Bir kaç başlatıcı irade beraberce b) Bir kaç başlatıcı irade özerk (otonom) bir şekilde c) Bir başlatıcı irade tek başına

Bir kaç başlatıcı irade beraberce bu evreni yaratmış olsalar idi, o zaman bu ahenkliği yakalayabilmek için bu iradeler kendi aralarında anlaşmaları gerekir idi. Bu ise birbirlerine bağımlı olduklarını gösterir. Birbirine bağımlı olan ise mutlak manada kuvvet, kudret ve irade acısından hür değildir, yani bu sıfatlara sahip değildir. Demek ki bu ihtimal mantıken söz konusu olamaz.

Bir kaç başlatıcı iradenin özerk bir şekilde, yani her biri belli başlı alanlarda kendi başına ve hür bir şekilde yaratmış olsalar idi, o zaman tespit etmiş olduğumuz sıfatlara sahip olmakla beraber, evren tam bir kaos içinde boğulup batmıştı. Çünkü miyarlarca değişik sistemlerin arasındaki gerekli ahenklik olmayacaktı. Bu noktada belkide şu itiraz gelebilir. Evrendeki ahenklik aslında noksandır, hatta tam bir ahenklik teşkil etmeyen unsurlarda vardır. Bu itiraza verilecek cevap şudur: Bazı hususları daha algılayamadığımızdan veya bazı teknik imkanlar ve bilgiler daha mevcut olmadığından, şimdilik ahenksizlik olarak nitelendirdiğimiz şeylerde dahi, yine de (daha) göremediğimiz hikmetler ve dolayısı ile tam bir nizam mevcuttur.

a) ve b) şıkkın mümkünatı olmadığına göre, demek ki bu evreni tek ve yalnız bir “Başlatıcı İrade’nin” başlattırmasından başka ihtimal yoktur.


Hülasa: Aslında bütün insanlar kuvveti, kudreti, ilmi, iradesi, tek ve bir olan Yaratıcıya inanmaktadır, yeterki akıllarını ve mantıklarını bu yönde çalıştırsınlar. Bu tek ve bir olan Yaratıcı’nın arapçadaki manası ise “Allah’tır”.

Peki bu Yaratıcı’nın bizler ile alakalı iradesi nedir? Yani bütün bunlar niçindir? Niçin bizler varız? Neler yapmalıyız veya neler yapmamalıyız? Vs...

Bu hususlara sadece aklımız ve mantığımız ile umumi geçerli olan cevaplar bulamayız. Bu bizlerin bu sorulardan sorumlu olmadığımızı veya sebepsiz yere yaratıldığımızı mı getirir?

“Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz onları, ancak ve ancak gerektiği gibi yarattık, ama insanların çoğu bilmezler.” (Kur’an-ı Kerim 44:38-39)

Madem ki sebepsiz bir yere yaratılmadık ve aklımız ile bu sebepleri çözemiyoruz, o zaman mantıken ne gerekmektedir? Tabii ki O’nun bizlere maksadını, istediklerini ve iradesini bildirmesidir. Nasıl bildirmesi? Elçiler ile. Öyle elçiler ki mucizeler ile donatılmış elçiler, tâ ki hakikaten O’ndan gönderildiklerine dair tam bir güvencemiz oluşsun. Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve niceleri, Allah’ın selamı ve rahmeti hepsinin üzerine olsun, hepsi bize O’ndan, O’nun yüce maksatlarından ve beklentilerinden haber getirmişlerdir. Bütün gelen haberlerin ana mesajı ise şudur: “Allaha hiç bir şeyi ortak koşmayın ve ancak O’na kulluk edin.”

“And olsun ki, her ümmete: "Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının" diyen peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimi de sapıklığı haketti. Yeryüzünde gezin; peygamberleri yalanlayanların sonlarının nasıl olduğunu görün.” (Kur’an-ı Kerim 16:36)

Ve bu mübarek elçiler aynı zamanda yüce Allah’a nasıl kulluk etmemiz gerektiğini de bizlere bildirmişlerdir. Gerçi bu “kulluğun” zamana ve mekana göre bazı nüans farkları olmuştur.

Demek ki bu noktadan itibaren insanoğlu O’nun “Bana kulluk edin” diye yüce iradesini, gönüllü olarak kabul edip uygulamakla yükümlüdür. En son elçi de Muhammed (sav) olduğu için ve alemlerin onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı için yüce Allah Muhammed (sav) elçisine çok özel ve benzersiz bir mucize armağan etmiştir. Öyle bir mucize ki bütün insanlar tarafından mucize olduğu müşahade edilebilecek, yüce Allah’ın değişmez ve dosdoğru olan mübarek Kelamı - mukaddes Kur’an-ı Kerim’dir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de sadece aklımıza ve mantığımıza yatan şeyler üzerine değilde aynı zamanda bize haber olarak bildirilmesi gereken şeyler üzerinede konuşmuştur. Mesela yüce Allahın şahsı, sıfatları ve iradesi, gelmiş-geçmiş önemli olaylar veya bizi bekleyen (ölümden) sonraki haller gibi.

Müslümanlar kısaca tek ve bir olan yüce Yaratıcığa inanır – nasıl inanır? Tam O’nun bizlere bildirdiği (Kur’an-ı Kerim) ve bildirttiği (Hadis-i Şerifler) gibi inanırlar. Ne bir şeyler eklerler, ne bir şeyler eksiltirler. O kendisini nasıl tarif ettiği ise, O tam öyledir.

Çünkü O’ndan başkası O’nu doğru tarif etmeye ne muktedirdir ne de layikdir!
GidenLerin ArkaSından YakmıŞım 1 Cigara GeLenLeri İzLiyoruM...